“Bak tatlım,
senin kendine özgü bir gerçekliğin var” diye cevapladı Purcell. “Ama bu
Amerika Birleşik Devletleri’nin gerçekliği değil. Pöh! Doktorlar ve
bilim uzmanları çıkıp Kongre’de sigara sadece kansere neden olmak ya da
onu azdırmakla kalmıyor, her yıl gerçekleşen yüz binlerce ölümün de
sorumlusudur dediklerinde, kıdemli Kentucky milletvekili hiddetten tir
tir titreyerek ayağa fırlamış, ‘Ekonomimizi mahvetmeye çalışıyorsunuz’
diye feryat etmişti.Peki ya hükümet arabalarda emniyet gereçleri
kullanılsın diye diretmeye başlayınca Henry Ford II ne buyurmuştu?
‘Amerikan halkı ekonomiye helal getirecek hiçbir şey istemez.’ Üstelik
Ford haklıydı. Otobanlarda yılda elli bin kişi geberiyor ama ekonomiyi
sarsmayın. Bakın, Rusya’da ne kadar kominizm varsa, Amerika’da da o
kadar demokrasi var. Amerika ve Rus devletleri birbirlerinin aynı.
Aralarında sadece sınıf farkı var. Her ikimizin temel devlet biçimi
aynı: Ekonomik totalitarizm. Diğer bir deyişle, tüm soruların cevabı,
tüm meselelerin çözümü insanları bedenen ve ruhen en mutlu ve sağlıklı
kılacak şeyler tarafından değil, ekonomi tarafından belirlenmekte. Dolar
ya da ruble. Ekonomi über alles. Hiçbir şeyin
ekonomik büyümeyi engellemesine izin verme. O büyüme doğruları hadım
etse de, güzellikleri zehirleyip bir kıtayı bok yığınına çevirse, tüm
medeniyeti delirtse de. Coca-Cola’nızı yere dökmeyin çocuklar, aylık
ödemeler gelmeye devam etsin.”
-Dur Bir Mola Ver Tom ROBBINS-
Neredeyse Normal
11 Eylül 2011 Pazar
Dur Bir Mola Ver -2
Bir insanın suçlu mu yoksa devlet memuru mu olduğu tamamıyla meseleye
nasıl bakıldığına bağlıdır. İnsanoğlunun kendine özgü kararsız ruh
hali, onun, aynı anda iki zıt yasaya göre hareket etmesini sağlar. Bir
hayatını ona göre sürdürdüğünü söylediği yasa vardır, bir de
standartlarına gerçekten uyduğu yasa. Bu öylesine köklü, öylesine
incelikli bir aldatmacadır ki, çoğu insan farkına bile varmaz; gerçi
psikolog, düşünür ve benzeri insanlar için bilinmedik bir hadise
değildir.
insanoğlu zannettiği kadar iyi değildir.(Gerçi ne de zannettiği kadar kötüdür ama şimdi fazla zorluk çıkarmayalım.) Aslında muhtemelen sağlıklı ve doğal olan ancak zamanla ve bireysel özellikleri ve alışkanlıklarının taşıdığı ucubelikler neticesinde olumsuz değerler atfettiği(ya da -genellikle sapkınca suçluluk duygusuyla dolu psikopat uyumsuzlar olan- dini liderlerinin olumsuz değer atfetmesine izin verdiği) belirli ihtiyaçları vardır, belirli hizmetleri talep eder. Uç noktada bir paradoksal başkalaşım örneği olarak masum arzular tabu haline gelir.
Bir arzunun öyle ahlaksız olduğunu “söylemek” -ya da inanılması daha da güç bir soyutlamaya başvurarak bir arzunun gerçeğe dönüştürülmesini kanuna aykırı saymak- o arzuyu ortadan kaldırmaz. Dürüstlük dışında hiçbir şeyi ortadan kaldırmaz. Aldatmaca ortamına ilaveten, A Yasası’nın hükümlerinde izin verilmeyen B Yasası hizmetlerinden yararlanmak amacıyla insanların “alçaldığı” bir yeraltı dünyası yaratır. Toplum, kendini A Yasası’na uymaya zorlamak için silahlı serseriler tutar ama, her yıl daha büyük miktarlarda paralar B Yasası’nın sunduğu hizmetlerin gizlice keyfini çıkarmaya harcanır. Yeraltı dünyası varlığını sürdürüyor çünkü toplumun ona ihtiyacı var, onda ısrar ediyor, onu destekliyor (tabii ki aynı zamanda onu inkar edip yargılıyor).
Aman yeter artık. Sadece şu kadarını söyleyelim ki, A Yasası’na göre -uyuşturucu satıcısı ve kürtaj simsarı- Delifişek Purcell kanuna karşı gelen bir adamdır. B yasası’nın gerçekliğindeyse görev bilinciyle can ciğer dostlarının çıkarlarına hizmet etmektedir.
-Dur Bir Mola Ver, Tom ROBBINS-
insanoğlu zannettiği kadar iyi değildir.(Gerçi ne de zannettiği kadar kötüdür ama şimdi fazla zorluk çıkarmayalım.) Aslında muhtemelen sağlıklı ve doğal olan ancak zamanla ve bireysel özellikleri ve alışkanlıklarının taşıdığı ucubelikler neticesinde olumsuz değerler atfettiği(ya da -genellikle sapkınca suçluluk duygusuyla dolu psikopat uyumsuzlar olan- dini liderlerinin olumsuz değer atfetmesine izin verdiği) belirli ihtiyaçları vardır, belirli hizmetleri talep eder. Uç noktada bir paradoksal başkalaşım örneği olarak masum arzular tabu haline gelir.
Bir arzunun öyle ahlaksız olduğunu “söylemek” -ya da inanılması daha da güç bir soyutlamaya başvurarak bir arzunun gerçeğe dönüştürülmesini kanuna aykırı saymak- o arzuyu ortadan kaldırmaz. Dürüstlük dışında hiçbir şeyi ortadan kaldırmaz. Aldatmaca ortamına ilaveten, A Yasası’nın hükümlerinde izin verilmeyen B Yasası hizmetlerinden yararlanmak amacıyla insanların “alçaldığı” bir yeraltı dünyası yaratır. Toplum, kendini A Yasası’na uymaya zorlamak için silahlı serseriler tutar ama, her yıl daha büyük miktarlarda paralar B Yasası’nın sunduğu hizmetlerin gizlice keyfini çıkarmaya harcanır. Yeraltı dünyası varlığını sürdürüyor çünkü toplumun ona ihtiyacı var, onda ısrar ediyor, onu destekliyor (tabii ki aynı zamanda onu inkar edip yargılıyor).
Aman yeter artık. Sadece şu kadarını söyleyelim ki, A Yasası’na göre -uyuşturucu satıcısı ve kürtaj simsarı- Delifişek Purcell kanuna karşı gelen bir adamdır. B yasası’nın gerçekliğindeyse görev bilinciyle can ciğer dostlarının çıkarlarına hizmet etmektedir.
-Dur Bir Mola Ver, Tom ROBBINS-
4 Eylül 2011 Pazar
Eski Usul Klasik Feraset İmtihanı
Lütfen
dürüstçe cevaplayın. Kuantum dünyasına dair bir-iki şey bilecek kadar
görmüş geçirmiş olsanız bile, sezgilerinizin bu paradoksları rahatça
kabullendiğini idda etmek hiç dürüstçe olmaz.
SORULAR:
1- Robert frost’un “Gidilmeyen Yol” şiirindeki şu görüşü doğru buluyor musunuz?
Sararmış bir ormanda iki yol vardı ayrılan
Ne yazık, tek bir yolcu olduğumdan
Gidemezdim ikisinden birden…
2- Hamlet’in ikilemini ele alın: “Olmak ya da olmamak” Gerçekten bu ikisinden birini seçmek zorunda mısınız?
3- Kimsenin olmadığı ormanda devrilen bir ağaç ses çıkarır mı?
CEVAPLAR:
Eğer bu soruları evet diye cevapladıysanız, tebrikler Klasik bir dünyada yaşamaya gayet uygun bir zihniniz var.
Öte yandan, bu sorulardan herhangi birini hayır diye cevapladıysanız, sınavın klasik sezgi kısmından kaldınız. Ama kuantım dünyasına adım atmak için hazır sayılabilirsiniz.
-Evren Kullanma Kılavuzu Dave GOLDBERG, Jeff BLOMQUIST-
SORULAR:
1- Robert frost’un “Gidilmeyen Yol” şiirindeki şu görüşü doğru buluyor musunuz?
Sararmış bir ormanda iki yol vardı ayrılan
Ne yazık, tek bir yolcu olduğumdan
Gidemezdim ikisinden birden…
2- Hamlet’in ikilemini ele alın: “Olmak ya da olmamak” Gerçekten bu ikisinden birini seçmek zorunda mısınız?
3- Kimsenin olmadığı ormanda devrilen bir ağaç ses çıkarır mı?
CEVAPLAR:
Eğer bu soruları evet diye cevapladıysanız, tebrikler Klasik bir dünyada yaşamaya gayet uygun bir zihniniz var.
Öte yandan, bu sorulardan herhangi birini hayır diye cevapladıysanız, sınavın klasik sezgi kısmından kaldınız. Ama kuantım dünyasına adım atmak için hazır sayılabilirsiniz.
-Evren Kullanma Kılavuzu Dave GOLDBERG, Jeff BLOMQUIST-
şerrroooo!
Yani neden yıllarca garfield gibi saçma bir kediyi bize izlettiler
ki? Bizim şerroomuz var. Niye bu ülkede herşey geç yapılmak zorunda?
Not: seslendirme çok kötü olmuş. İnsan biraz özenir. çocukluğumuzun kahramanına büyük yanlış yapılmış.
Not: seslendirme çok kötü olmuş. İnsan biraz özenir. çocukluğumuzun kahramanına büyük yanlış yapılmış.
Bakma Sanatı
Picasso bir balık resmi yapar. Santtan anlmayan birisi, beğenmeyerek “Bunun neresi balık?” deyince, Picasso kızarak cevap verir.
“O balık değil, sadece resim.”
“O balık değil, sadece resim.”
Ulus devletler dünyayı hastane yaptı. Sınırları parsellemiş, asker
dikmiş, mayınla döşemiş, bizleri ayrı ayrı koğuşlara yerleştirmişler.
Dört Anlaşma
Hepimiz
hayatımızda mutlu olmaya çalışırız. Kimisi bunu kendini işine adayarak
yapar, kimisi ailesi ile birlikte, kimisi de arkadaşlarıyla yada başka
şekillerde… Herşeyin güzel gittiğini düşünürken birden hayatımızda
kırılmalar yaşamaya başladığımızda bir an panikleriz. Ne yapacağımızı
bilmeden gelişi güzel davranmaya başlarız. Ve yine hatalar
hatalar…(sayın okuyucu bir çok örnek verebilirim ancak kendinizden pay
biçerek okumanızı istiyorum.) Daha sonra biraz durup hatanın nerede
olduğunu aramaya başlarsınız geçmişe dönersiniz didiklersiniz
didiklersiniz siz didikledikçe önünüze hatalardan oluşmuş bir dağ
çıkmaya başlar. O dağı gördükçe arkasındaki güzellikleri
göremeyeceğinizi hayal etmeye başlarsınız. Bu noktada geleceğe bakıp
asla mutlu bir hayatınızın olamayacağını da düşünmeye başlarsınız
(burada da örnekleri size bırakıyorum.) Bunu böyle yaptıkça işler dahada
karışmaya başlar. Ve en önemli şey olan “o an” denilen bulunduğunuz
yeri kaçırmış olursunuz. Her bulunduğunuz “o an” bir öncekinden farklı “o an” olduğundan da her anın güzelliğinide kaçırmış olursunuz.
Hayatımızın bu gibi kötü dönemlerinde fark etmeden yaptığımız kendimize cehennemi yaşattığımız dört basit davranış biçimi vardır. Aslında bunları uyguyabilmek dediğim kadar basit değil hepsi birbirinden zor. Sizde kendinizle bu anlaşmayı yaparsanız ne kadar zor olduğunu göreceksiniz.
1- Kullandığınız sözcükleri özenle seçiniz; İlk anlaşma olduğu için bunu yapabilmek zordur. Her zaman pozitif sözcükler kullanın. Örnek; “savaş karşıtı” sözcüğü her nekadar pozitif görünsede aslında içinde iki negatif kelime “savaş” ve “karşıt” kelimesini barındırır. Hala savaşa davetkar bir sözcüktür. Bunun yerine “barış yanlısı” sözcüğünü kullanmak daha doğrudur. Sözler sizin yaratma gücünüzdür.
2- Hiçbir şeyi kişisel algılamayın; birinci anlaşmayı yapabildiyseniz ikiye geçiip kolayca bunu uygulayabilirsiniz. Karşınızda ki kişi sizin için olumlu yada olumsuz nederse desin bunu kişisel algılamayın. Aslında kendi bilinç altında ki dünyada kendisi hakkında hissettiklerini söylemektedir. Ancak bunun farkında bile değil. Size “Sen harika bir insansın” ya da “Sen çok yeteneksizsin” deseler bile ne havalara girin ne de hayata küsün. Güzel sözler kullanmaya devam edin.
3- Varsayımda bulunmayın; varsayımlarda bulunmanın problemi, varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmızdır. Onların gerçek olduğuna yemin edebiliriz. Başkalarının neyi düşündüğüne ya da yaptığına dair varsayımlarda blunuruz. Varsayım teorilerimizi kişisel algılarız. Sonra da o kişileri suçlar ve sözlerimizle duygusal zehir saçarak tepki veririz. Eğer herşeyi kişisel algılamaya başlarsak beyin otomatik olarak varsayımlarda bulunmaya başlayacaktır. “Acaba doğru mu yaptım?”, “Bunu söylersem arkadaşım yanlış anlar mı?” “Bana böyle davrandı yoksa gerçekten beni sevmiyor mu?” gibi birbirinden saçma varsayımlarda bulunuruz. Buda bizi en başa götürür yani doğru sözcükleri kullanamayız. Ve hayat yeniden anlamsızlaşır. Bunun yerine olaylarla ilgili hiçbir varsayımda bulunmamak en doğrusudur. Kişisel algılamayı bırakırsak varsayımlarda bulunmayıda bırakırız.
4- Daima yapabildiğinin en iyisini yap; Doğru sözcükler kullan, kişisel algılama ve varsayımlarda bulunma sadece o anda kal ve yapabildiğinin en iyisini yap. Her şey canlıdır ve her an değişim halindedir. Bu nedenle “en iyiniz” bazen yüksek kaliteli olacaktır, bazen o kadar iyi olmayacaktır. Bunları uygulamaya başladığınzda da “en iyiniz” de gittikçe “en iyi” hale gelecektir. “En iyisini” yaptığınızda, kendinizi kabul etmeyi de öğrenirsiniz. Bunun için farkındalıkla hatalarınızdan ders almayı öğrenmeniz de gerekir.
Yaşamınızdaki canlılık, üretkenlik, sevecenlik Tanrının size “Hey, seni seviyorum” demesidir.
Hayatımızın bu gibi kötü dönemlerinde fark etmeden yaptığımız kendimize cehennemi yaşattığımız dört basit davranış biçimi vardır. Aslında bunları uyguyabilmek dediğim kadar basit değil hepsi birbirinden zor. Sizde kendinizle bu anlaşmayı yaparsanız ne kadar zor olduğunu göreceksiniz.
1- Kullandığınız sözcükleri özenle seçiniz; İlk anlaşma olduğu için bunu yapabilmek zordur. Her zaman pozitif sözcükler kullanın. Örnek; “savaş karşıtı” sözcüğü her nekadar pozitif görünsede aslında içinde iki negatif kelime “savaş” ve “karşıt” kelimesini barındırır. Hala savaşa davetkar bir sözcüktür. Bunun yerine “barış yanlısı” sözcüğünü kullanmak daha doğrudur. Sözler sizin yaratma gücünüzdür.
2- Hiçbir şeyi kişisel algılamayın; birinci anlaşmayı yapabildiyseniz ikiye geçiip kolayca bunu uygulayabilirsiniz. Karşınızda ki kişi sizin için olumlu yada olumsuz nederse desin bunu kişisel algılamayın. Aslında kendi bilinç altında ki dünyada kendisi hakkında hissettiklerini söylemektedir. Ancak bunun farkında bile değil. Size “Sen harika bir insansın” ya da “Sen çok yeteneksizsin” deseler bile ne havalara girin ne de hayata küsün. Güzel sözler kullanmaya devam edin.
3- Varsayımda bulunmayın; varsayımlarda bulunmanın problemi, varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmızdır. Onların gerçek olduğuna yemin edebiliriz. Başkalarının neyi düşündüğüne ya da yaptığına dair varsayımlarda blunuruz. Varsayım teorilerimizi kişisel algılarız. Sonra da o kişileri suçlar ve sözlerimizle duygusal zehir saçarak tepki veririz. Eğer herşeyi kişisel algılamaya başlarsak beyin otomatik olarak varsayımlarda bulunmaya başlayacaktır. “Acaba doğru mu yaptım?”, “Bunu söylersem arkadaşım yanlış anlar mı?” “Bana böyle davrandı yoksa gerçekten beni sevmiyor mu?” gibi birbirinden saçma varsayımlarda bulunuruz. Buda bizi en başa götürür yani doğru sözcükleri kullanamayız. Ve hayat yeniden anlamsızlaşır. Bunun yerine olaylarla ilgili hiçbir varsayımda bulunmamak en doğrusudur. Kişisel algılamayı bırakırsak varsayımlarda bulunmayıda bırakırız.
4- Daima yapabildiğinin en iyisini yap; Doğru sözcükler kullan, kişisel algılama ve varsayımlarda bulunma sadece o anda kal ve yapabildiğinin en iyisini yap. Her şey canlıdır ve her an değişim halindedir. Bu nedenle “en iyiniz” bazen yüksek kaliteli olacaktır, bazen o kadar iyi olmayacaktır. Bunları uygulamaya başladığınzda da “en iyiniz” de gittikçe “en iyi” hale gelecektir. “En iyisini” yaptığınızda, kendinizi kabul etmeyi de öğrenirsiniz. Bunun için farkındalıkla hatalarınızdan ders almayı öğrenmeniz de gerekir.
Yaşamınızdaki canlılık, üretkenlik, sevecenlik Tanrının size “Hey, seni seviyorum” demesidir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)