“Bak tatlım,
senin kendine özgü bir gerçekliğin var” diye cevapladı Purcell. “Ama bu
Amerika Birleşik Devletleri’nin gerçekliği değil. Pöh! Doktorlar ve
bilim uzmanları çıkıp Kongre’de sigara sadece kansere neden olmak ya da
onu azdırmakla kalmıyor, her yıl gerçekleşen yüz binlerce ölümün de
sorumlusudur dediklerinde, kıdemli Kentucky milletvekili hiddetten tir
tir titreyerek ayağa fırlamış, ‘Ekonomimizi mahvetmeye çalışıyorsunuz’
diye feryat etmişti.Peki ya hükümet arabalarda emniyet gereçleri
kullanılsın diye diretmeye başlayınca Henry Ford II ne buyurmuştu?
‘Amerikan halkı ekonomiye helal getirecek hiçbir şey istemez.’ Üstelik
Ford haklıydı. Otobanlarda yılda elli bin kişi geberiyor ama ekonomiyi
sarsmayın. Bakın, Rusya’da ne kadar kominizm varsa, Amerika’da da o
kadar demokrasi var. Amerika ve Rus devletleri birbirlerinin aynı.
Aralarında sadece sınıf farkı var. Her ikimizin temel devlet biçimi
aynı: Ekonomik totalitarizm. Diğer bir deyişle, tüm soruların cevabı,
tüm meselelerin çözümü insanları bedenen ve ruhen en mutlu ve sağlıklı
kılacak şeyler tarafından değil, ekonomi tarafından belirlenmekte. Dolar
ya da ruble. Ekonomi über alles. Hiçbir şeyin
ekonomik büyümeyi engellemesine izin verme. O büyüme doğruları hadım
etse de, güzellikleri zehirleyip bir kıtayı bok yığınına çevirse, tüm
medeniyeti delirtse de. Coca-Cola’nızı yere dökmeyin çocuklar, aylık
ödemeler gelmeye devam etsin.”
-Dur Bir Mola Ver Tom ROBBINS-
11 Eylül 2011 Pazar
Dur Bir Mola Ver -2
Bir insanın suçlu mu yoksa devlet memuru mu olduğu tamamıyla meseleye
nasıl bakıldığına bağlıdır. İnsanoğlunun kendine özgü kararsız ruh
hali, onun, aynı anda iki zıt yasaya göre hareket etmesini sağlar. Bir
hayatını ona göre sürdürdüğünü söylediği yasa vardır, bir de
standartlarına gerçekten uyduğu yasa. Bu öylesine köklü, öylesine
incelikli bir aldatmacadır ki, çoğu insan farkına bile varmaz; gerçi
psikolog, düşünür ve benzeri insanlar için bilinmedik bir hadise
değildir.
insanoğlu zannettiği kadar iyi değildir.(Gerçi ne de zannettiği kadar kötüdür ama şimdi fazla zorluk çıkarmayalım.) Aslında muhtemelen sağlıklı ve doğal olan ancak zamanla ve bireysel özellikleri ve alışkanlıklarının taşıdığı ucubelikler neticesinde olumsuz değerler atfettiği(ya da -genellikle sapkınca suçluluk duygusuyla dolu psikopat uyumsuzlar olan- dini liderlerinin olumsuz değer atfetmesine izin verdiği) belirli ihtiyaçları vardır, belirli hizmetleri talep eder. Uç noktada bir paradoksal başkalaşım örneği olarak masum arzular tabu haline gelir.
Bir arzunun öyle ahlaksız olduğunu “söylemek” -ya da inanılması daha da güç bir soyutlamaya başvurarak bir arzunun gerçeğe dönüştürülmesini kanuna aykırı saymak- o arzuyu ortadan kaldırmaz. Dürüstlük dışında hiçbir şeyi ortadan kaldırmaz. Aldatmaca ortamına ilaveten, A Yasası’nın hükümlerinde izin verilmeyen B Yasası hizmetlerinden yararlanmak amacıyla insanların “alçaldığı” bir yeraltı dünyası yaratır. Toplum, kendini A Yasası’na uymaya zorlamak için silahlı serseriler tutar ama, her yıl daha büyük miktarlarda paralar B Yasası’nın sunduğu hizmetlerin gizlice keyfini çıkarmaya harcanır. Yeraltı dünyası varlığını sürdürüyor çünkü toplumun ona ihtiyacı var, onda ısrar ediyor, onu destekliyor (tabii ki aynı zamanda onu inkar edip yargılıyor).
Aman yeter artık. Sadece şu kadarını söyleyelim ki, A Yasası’na göre -uyuşturucu satıcısı ve kürtaj simsarı- Delifişek Purcell kanuna karşı gelen bir adamdır. B yasası’nın gerçekliğindeyse görev bilinciyle can ciğer dostlarının çıkarlarına hizmet etmektedir.
-Dur Bir Mola Ver, Tom ROBBINS-
insanoğlu zannettiği kadar iyi değildir.(Gerçi ne de zannettiği kadar kötüdür ama şimdi fazla zorluk çıkarmayalım.) Aslında muhtemelen sağlıklı ve doğal olan ancak zamanla ve bireysel özellikleri ve alışkanlıklarının taşıdığı ucubelikler neticesinde olumsuz değerler atfettiği(ya da -genellikle sapkınca suçluluk duygusuyla dolu psikopat uyumsuzlar olan- dini liderlerinin olumsuz değer atfetmesine izin verdiği) belirli ihtiyaçları vardır, belirli hizmetleri talep eder. Uç noktada bir paradoksal başkalaşım örneği olarak masum arzular tabu haline gelir.
Bir arzunun öyle ahlaksız olduğunu “söylemek” -ya da inanılması daha da güç bir soyutlamaya başvurarak bir arzunun gerçeğe dönüştürülmesini kanuna aykırı saymak- o arzuyu ortadan kaldırmaz. Dürüstlük dışında hiçbir şeyi ortadan kaldırmaz. Aldatmaca ortamına ilaveten, A Yasası’nın hükümlerinde izin verilmeyen B Yasası hizmetlerinden yararlanmak amacıyla insanların “alçaldığı” bir yeraltı dünyası yaratır. Toplum, kendini A Yasası’na uymaya zorlamak için silahlı serseriler tutar ama, her yıl daha büyük miktarlarda paralar B Yasası’nın sunduğu hizmetlerin gizlice keyfini çıkarmaya harcanır. Yeraltı dünyası varlığını sürdürüyor çünkü toplumun ona ihtiyacı var, onda ısrar ediyor, onu destekliyor (tabii ki aynı zamanda onu inkar edip yargılıyor).
Aman yeter artık. Sadece şu kadarını söyleyelim ki, A Yasası’na göre -uyuşturucu satıcısı ve kürtaj simsarı- Delifişek Purcell kanuna karşı gelen bir adamdır. B yasası’nın gerçekliğindeyse görev bilinciyle can ciğer dostlarının çıkarlarına hizmet etmektedir.
-Dur Bir Mola Ver, Tom ROBBINS-
4 Eylül 2011 Pazar
Eski Usul Klasik Feraset İmtihanı
Lütfen
dürüstçe cevaplayın. Kuantum dünyasına dair bir-iki şey bilecek kadar
görmüş geçirmiş olsanız bile, sezgilerinizin bu paradoksları rahatça
kabullendiğini idda etmek hiç dürüstçe olmaz.
SORULAR:
1- Robert frost’un “Gidilmeyen Yol” şiirindeki şu görüşü doğru buluyor musunuz?
Sararmış bir ormanda iki yol vardı ayrılan
Ne yazık, tek bir yolcu olduğumdan
Gidemezdim ikisinden birden…
2- Hamlet’in ikilemini ele alın: “Olmak ya da olmamak” Gerçekten bu ikisinden birini seçmek zorunda mısınız?
3- Kimsenin olmadığı ormanda devrilen bir ağaç ses çıkarır mı?
CEVAPLAR:
Eğer bu soruları evet diye cevapladıysanız, tebrikler Klasik bir dünyada yaşamaya gayet uygun bir zihniniz var.
Öte yandan, bu sorulardan herhangi birini hayır diye cevapladıysanız, sınavın klasik sezgi kısmından kaldınız. Ama kuantım dünyasına adım atmak için hazır sayılabilirsiniz.
-Evren Kullanma Kılavuzu Dave GOLDBERG, Jeff BLOMQUIST-
SORULAR:
1- Robert frost’un “Gidilmeyen Yol” şiirindeki şu görüşü doğru buluyor musunuz?
Sararmış bir ormanda iki yol vardı ayrılan
Ne yazık, tek bir yolcu olduğumdan
Gidemezdim ikisinden birden…
2- Hamlet’in ikilemini ele alın: “Olmak ya da olmamak” Gerçekten bu ikisinden birini seçmek zorunda mısınız?
3- Kimsenin olmadığı ormanda devrilen bir ağaç ses çıkarır mı?
CEVAPLAR:
Eğer bu soruları evet diye cevapladıysanız, tebrikler Klasik bir dünyada yaşamaya gayet uygun bir zihniniz var.
Öte yandan, bu sorulardan herhangi birini hayır diye cevapladıysanız, sınavın klasik sezgi kısmından kaldınız. Ama kuantım dünyasına adım atmak için hazır sayılabilirsiniz.
-Evren Kullanma Kılavuzu Dave GOLDBERG, Jeff BLOMQUIST-
şerrroooo!
Yani neden yıllarca garfield gibi saçma bir kediyi bize izlettiler
ki? Bizim şerroomuz var. Niye bu ülkede herşey geç yapılmak zorunda?
Not: seslendirme çok kötü olmuş. İnsan biraz özenir. çocukluğumuzun kahramanına büyük yanlış yapılmış.
Not: seslendirme çok kötü olmuş. İnsan biraz özenir. çocukluğumuzun kahramanına büyük yanlış yapılmış.
Bakma Sanatı
Picasso bir balık resmi yapar. Santtan anlmayan birisi, beğenmeyerek “Bunun neresi balık?” deyince, Picasso kızarak cevap verir.
“O balık değil, sadece resim.”
“O balık değil, sadece resim.”
Ulus devletler dünyayı hastane yaptı. Sınırları parsellemiş, asker
dikmiş, mayınla döşemiş, bizleri ayrı ayrı koğuşlara yerleştirmişler.
Dört Anlaşma
Hepimiz
hayatımızda mutlu olmaya çalışırız. Kimisi bunu kendini işine adayarak
yapar, kimisi ailesi ile birlikte, kimisi de arkadaşlarıyla yada başka
şekillerde… Herşeyin güzel gittiğini düşünürken birden hayatımızda
kırılmalar yaşamaya başladığımızda bir an panikleriz. Ne yapacağımızı
bilmeden gelişi güzel davranmaya başlarız. Ve yine hatalar
hatalar…(sayın okuyucu bir çok örnek verebilirim ancak kendinizden pay
biçerek okumanızı istiyorum.) Daha sonra biraz durup hatanın nerede
olduğunu aramaya başlarsınız geçmişe dönersiniz didiklersiniz
didiklersiniz siz didikledikçe önünüze hatalardan oluşmuş bir dağ
çıkmaya başlar. O dağı gördükçe arkasındaki güzellikleri
göremeyeceğinizi hayal etmeye başlarsınız. Bu noktada geleceğe bakıp
asla mutlu bir hayatınızın olamayacağını da düşünmeye başlarsınız
(burada da örnekleri size bırakıyorum.) Bunu böyle yaptıkça işler dahada
karışmaya başlar. Ve en önemli şey olan “o an” denilen bulunduğunuz
yeri kaçırmış olursunuz. Her bulunduğunuz “o an” bir öncekinden farklı “o an” olduğundan da her anın güzelliğinide kaçırmış olursunuz.
Hayatımızın bu gibi kötü dönemlerinde fark etmeden yaptığımız kendimize cehennemi yaşattığımız dört basit davranış biçimi vardır. Aslında bunları uyguyabilmek dediğim kadar basit değil hepsi birbirinden zor. Sizde kendinizle bu anlaşmayı yaparsanız ne kadar zor olduğunu göreceksiniz.
1- Kullandığınız sözcükleri özenle seçiniz; İlk anlaşma olduğu için bunu yapabilmek zordur. Her zaman pozitif sözcükler kullanın. Örnek; “savaş karşıtı” sözcüğü her nekadar pozitif görünsede aslında içinde iki negatif kelime “savaş” ve “karşıt” kelimesini barındırır. Hala savaşa davetkar bir sözcüktür. Bunun yerine “barış yanlısı” sözcüğünü kullanmak daha doğrudur. Sözler sizin yaratma gücünüzdür.
2- Hiçbir şeyi kişisel algılamayın; birinci anlaşmayı yapabildiyseniz ikiye geçiip kolayca bunu uygulayabilirsiniz. Karşınızda ki kişi sizin için olumlu yada olumsuz nederse desin bunu kişisel algılamayın. Aslında kendi bilinç altında ki dünyada kendisi hakkında hissettiklerini söylemektedir. Ancak bunun farkında bile değil. Size “Sen harika bir insansın” ya da “Sen çok yeteneksizsin” deseler bile ne havalara girin ne de hayata küsün. Güzel sözler kullanmaya devam edin.
3- Varsayımda bulunmayın; varsayımlarda bulunmanın problemi, varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmızdır. Onların gerçek olduğuna yemin edebiliriz. Başkalarının neyi düşündüğüne ya da yaptığına dair varsayımlarda blunuruz. Varsayım teorilerimizi kişisel algılarız. Sonra da o kişileri suçlar ve sözlerimizle duygusal zehir saçarak tepki veririz. Eğer herşeyi kişisel algılamaya başlarsak beyin otomatik olarak varsayımlarda bulunmaya başlayacaktır. “Acaba doğru mu yaptım?”, “Bunu söylersem arkadaşım yanlış anlar mı?” “Bana böyle davrandı yoksa gerçekten beni sevmiyor mu?” gibi birbirinden saçma varsayımlarda bulunuruz. Buda bizi en başa götürür yani doğru sözcükleri kullanamayız. Ve hayat yeniden anlamsızlaşır. Bunun yerine olaylarla ilgili hiçbir varsayımda bulunmamak en doğrusudur. Kişisel algılamayı bırakırsak varsayımlarda bulunmayıda bırakırız.
4- Daima yapabildiğinin en iyisini yap; Doğru sözcükler kullan, kişisel algılama ve varsayımlarda bulunma sadece o anda kal ve yapabildiğinin en iyisini yap. Her şey canlıdır ve her an değişim halindedir. Bu nedenle “en iyiniz” bazen yüksek kaliteli olacaktır, bazen o kadar iyi olmayacaktır. Bunları uygulamaya başladığınzda da “en iyiniz” de gittikçe “en iyi” hale gelecektir. “En iyisini” yaptığınızda, kendinizi kabul etmeyi de öğrenirsiniz. Bunun için farkındalıkla hatalarınızdan ders almayı öğrenmeniz de gerekir.
Yaşamınızdaki canlılık, üretkenlik, sevecenlik Tanrının size “Hey, seni seviyorum” demesidir.
Hayatımızın bu gibi kötü dönemlerinde fark etmeden yaptığımız kendimize cehennemi yaşattığımız dört basit davranış biçimi vardır. Aslında bunları uyguyabilmek dediğim kadar basit değil hepsi birbirinden zor. Sizde kendinizle bu anlaşmayı yaparsanız ne kadar zor olduğunu göreceksiniz.
1- Kullandığınız sözcükleri özenle seçiniz; İlk anlaşma olduğu için bunu yapabilmek zordur. Her zaman pozitif sözcükler kullanın. Örnek; “savaş karşıtı” sözcüğü her nekadar pozitif görünsede aslında içinde iki negatif kelime “savaş” ve “karşıt” kelimesini barındırır. Hala savaşa davetkar bir sözcüktür. Bunun yerine “barış yanlısı” sözcüğünü kullanmak daha doğrudur. Sözler sizin yaratma gücünüzdür.
2- Hiçbir şeyi kişisel algılamayın; birinci anlaşmayı yapabildiyseniz ikiye geçiip kolayca bunu uygulayabilirsiniz. Karşınızda ki kişi sizin için olumlu yada olumsuz nederse desin bunu kişisel algılamayın. Aslında kendi bilinç altında ki dünyada kendisi hakkında hissettiklerini söylemektedir. Ancak bunun farkında bile değil. Size “Sen harika bir insansın” ya da “Sen çok yeteneksizsin” deseler bile ne havalara girin ne de hayata küsün. Güzel sözler kullanmaya devam edin.
3- Varsayımda bulunmayın; varsayımlarda bulunmanın problemi, varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmızdır. Onların gerçek olduğuna yemin edebiliriz. Başkalarının neyi düşündüğüne ya da yaptığına dair varsayımlarda blunuruz. Varsayım teorilerimizi kişisel algılarız. Sonra da o kişileri suçlar ve sözlerimizle duygusal zehir saçarak tepki veririz. Eğer herşeyi kişisel algılamaya başlarsak beyin otomatik olarak varsayımlarda bulunmaya başlayacaktır. “Acaba doğru mu yaptım?”, “Bunu söylersem arkadaşım yanlış anlar mı?” “Bana böyle davrandı yoksa gerçekten beni sevmiyor mu?” gibi birbirinden saçma varsayımlarda bulunuruz. Buda bizi en başa götürür yani doğru sözcükleri kullanamayız. Ve hayat yeniden anlamsızlaşır. Bunun yerine olaylarla ilgili hiçbir varsayımda bulunmamak en doğrusudur. Kişisel algılamayı bırakırsak varsayımlarda bulunmayıda bırakırız.
4- Daima yapabildiğinin en iyisini yap; Doğru sözcükler kullan, kişisel algılama ve varsayımlarda bulunma sadece o anda kal ve yapabildiğinin en iyisini yap. Her şey canlıdır ve her an değişim halindedir. Bu nedenle “en iyiniz” bazen yüksek kaliteli olacaktır, bazen o kadar iyi olmayacaktır. Bunları uygulamaya başladığınzda da “en iyiniz” de gittikçe “en iyi” hale gelecektir. “En iyisini” yaptığınızda, kendinizi kabul etmeyi de öğrenirsiniz. Bunun için farkındalıkla hatalarınızdan ders almayı öğrenmeniz de gerekir.
Yaşamınızdaki canlılık, üretkenlik, sevecenlik Tanrının size “Hey, seni seviyorum” demesidir.
3 Eylül 2011 Cumartesi
Ergül'ün Dönüşü
Su üzerinde koşan kertenkele gibi bacaklarını bir sağa bir sola açarak merdivenleri bir gayretle çıktı. Elinde en sevdiği yarım ekmek tomtesi vardı. İkiye bölünmüş tomtesi gelişi güzel ekmeğin içine koymuştu. Henüz ekmek içinin alınmasını keşfetmemişti. Doya doya ısırmak hoşuna gidiyordu. Ağzında çiğnedikçe oluşan tomtes suyu ile ekmek içinin ekşi hamurumsu tadını seviyordu. Üzerinde pokemon kahramanlarının olduğu sarı bir tişört, altında bir cebi yırtık kahverengi şortu, ayaklarında gezer marka gelecek yılda giyilir diye bir numara büyük alınmış terlik vardı. Ergül plastik toplara kavis vermekten terliğin ömrünü çoktan yemişti. Sağ terlik sol terliğe göre daha çok yıpranmıştı. Küçük parmağın bulunduğu yer okadar yıpranmıştı ki doğduğundan beri bir ismi olmayan yanındaki parmağa şuursuzca yapışmıştı. Neredeyse beşincilikten dördüncülüğe terfi edecekti. Her an terliğin yırtılıp bulunduğu güvenli yerden fırlayarak kaldırıma feci şekilde çarptıktan sonra can verip, bir kediye yemek olmasından çok korkuyordu. Terliğin sol topuk içine bakan kısmı aşınmaktan delikli isveç peynirine dönmüştü.Topuğa biriken kirlerle bir resim kağıdına karakalem çalışması yapılabilirdi.
Kapının önüne gelen Ergül nefesini sanki İsrafil’in düdüğünü çalmaya yetecekmiş gibi ciğerlerine topaldı ve…
Ergül: İİİSssssssgggaaannnbbbiilllaaabbbiiiii!!!!!
Bir yandan da ayak parmaklarını içeri doğru büzüştürüp terliğinin önü ile kapıyı tekmeliyordu.
Ergül: İsganbilabbbiiiii!!!! İİİİsssssganbilaaabbbiiiii!!!
İçerden cevap veren olmadı.
Ergül: Sanırım evde yok. Hay anunagoin!! Neyse sonra gelirim.
Tomtesli ekmeğinden bir ısırık aldı. Ekmeğin kenarından kafasını dışarı uzatmış olan tomtes neler olup bittiğini izlerken birden Ergül’ün kendisini ısırdığını gördü. Sanki bir Pitpull’un 350 kg’lik çene kuvvetini hisseden tomtes, gözlerinin önünde hayatının filmini büyük bir heyecanla izledikten sonra oracıkta can verdi. Tomtes suyunun ve bir kaç sarı çekirdeğin kapının koluna fışkırması olayın ne kadar dehşet verici olduğunu gösteriyordu. İsganbilabi olay yerini daha sonra görecekti.
…
-İskender AKÇAY-
ÖZGÜRLÜK DUASI
Evrenin yaratıcısı. Bugün bizimle sevgiyi paylaşmanı istiyoruz.Gerçek adının Sevgi olduğunu biliyoruz. Seninle iletişim içinde olmak aynı vibrasyonu , aynı titreşimi paylaşmak demek. Çünkü evrende varolan tek şey sensin.
Bugün, bize senin gibi olmamız için, yaşamı sevmemiz için, yaşam olmak, sevgi olmak için yardım et.
Bize senin gibi sevmemiz için yardım et.
Koşulsuz, beklentisiz, görevsiz, yargısız.
Kendimizi yargılamadan sevmemiz ve kabul etmemiz için bize yardım et.
Çünkü kendimizi yargıladığımızda suçlu buluyoruz ve cezalandırıyoruz.
Başkalarını koşulsuz sevmemiz için bize yardım et.
Onları yargılamadan kabul etmemiz için bize yardım et. Çünkü onları yargıladığımızda suçlu buluyoruz ve cezalandırıyoruz.
Başkalarını reddettiğimizde kendimizi reddediyoruz, kendimizi reddettğimizde Seni reddiyoruz.
Yarattığın her şeyi koşulsuz sevmemiz için bize yardım et.
Bugün yüreğimizi ve duygusal zehrimizi temizle.
Zihnimizi yargılardan özgürleştir. Böylece saf huzur ve saf sevgiyle yaşayabilelim.
Bugün çok özel bir gün. Bugün yüreklerimizi yeniden açıyoruz ve birbirimize “Seni seviyorum” diyoruz -korkmadan ve sevgiyi hissederek.
Bugün kendimizi sana sunuyoruz.
Bize gel, sesimizi, gözlerimizi, ellerimizi ve yüreklerimizi kullan. Kullan ki sevgiyi herkesle paylaşabilelim.
Yaratıcı. Bugün tıpkı Senin gibi olmamız için bize yardım et.
Bugün bize verilen her şey için şükranlarımızı sunuyoruz -özellikle kendimiz olabilme özgürlüğümüz için.
Amin.
-Dört Anlaşma Don Miguel RUİZ-
Bugün, bize senin gibi olmamız için, yaşamı sevmemiz için, yaşam olmak, sevgi olmak için yardım et.
Bize senin gibi sevmemiz için yardım et.
Koşulsuz, beklentisiz, görevsiz, yargısız.
Kendimizi yargılamadan sevmemiz ve kabul etmemiz için bize yardım et.
Çünkü kendimizi yargıladığımızda suçlu buluyoruz ve cezalandırıyoruz.
Başkalarını koşulsuz sevmemiz için bize yardım et.
Onları yargılamadan kabul etmemiz için bize yardım et. Çünkü onları yargıladığımızda suçlu buluyoruz ve cezalandırıyoruz.
Başkalarını reddettiğimizde kendimizi reddediyoruz, kendimizi reddettğimizde Seni reddiyoruz.
Yarattığın her şeyi koşulsuz sevmemiz için bize yardım et.
Bugün yüreğimizi ve duygusal zehrimizi temizle.
Zihnimizi yargılardan özgürleştir. Böylece saf huzur ve saf sevgiyle yaşayabilelim.
Bugün çok özel bir gün. Bugün yüreklerimizi yeniden açıyoruz ve birbirimize “Seni seviyorum” diyoruz -korkmadan ve sevgiyi hissederek.
Bugün kendimizi sana sunuyoruz.
Bize gel, sesimizi, gözlerimizi, ellerimizi ve yüreklerimizi kullan. Kullan ki sevgiyi herkesle paylaşabilelim.
Yaratıcı. Bugün tıpkı Senin gibi olmamız için bize yardım et.
Bugün bize verilen her şey için şükranlarımızı sunuyoruz -özellikle kendimiz olabilme özgürlüğümüz için.
Amin.
-Dört Anlaşma Don Miguel RUİZ-
Din Bilgisi
Dizgi yanlışı: Tevrat’ta yazılanların yerine belki de kitabın başkişisinin bana özel itiraf ettiği şeyler geçirilse daha iyi olurdu:
“Ne yazık ki Adem çok aptaldı. Ne yazık ki Havva çok sağırdı. Ne yazık ki Ben amacımı onlara anlatmayı bilemedim.
“Adem’le Havva benim elimle yaptığım ilk insanlardı; tasarım, montaj ve rötuş yönünden birtakım defoları olduğunun farkındayım. Söz dinlemeye hazır değildiler, ne de düşünmeye. Ben desen… her neyse, belki ben de konuşmaya hazır değildim henüz. Adem’le Havva’dan önce kimseyle konuşmamıştım ki! Görkemli laflar etmiştim, ‘Işık olsun!’ gibilerinden, ama hep tek başımaydım. Bu yüzden, o gün, akşam serinliğinde Adem’le Havva’yı karşımda gördüğüm zaman pek de güzel ve sıralı konuştuğumu söyleyemem; pratiğim yoktu.
İlk kapıldığım duygu şaşkınlık oldu. Cennetin orta yerindeki yasak ağacın meyvesini henüz çalmışlardı. Adem, kılıcını teslim etmeye hazırlanan bir general tutumu takınmıştı, Havva ise gözlerini yere dikmişti, karıncaları sayarcasına. Ama ikisi de inanılmaz derece genç ve güzeldiler, ışık saçıyorlardı. Beni şaşırttılar. Onları ben yapmıştım, ama çamurun böylesine ışıyabileceğini bilmiyordum.
Daha sonra, ne yalan söyleyeyim, kıskançlığa kapıldım. Nasıl hiç kimse bana buyruk veremezse ben de başkaldırının vekarına ilişkin hiçbir şey bilmem. İki kişi olmayı gerektiren aşkın gözükaralığını da bilemem ben. İktidarımın kurallarına bağlı kaldım ve onları, insansal tutkular konusunda böyle birden bilgeleşmiş oldukları için kutlama isteğimi bastırdım.
Bunu, aramızdaki yanlış anlama izledi. Benim, ‘kaçış,’ dememi onlar, ‘düşüş,’ anladılar. Günahın, özgün olursa cezalandırılması gerektiğini sanmışlardı. Ben, sevemeyenler günahkardır, demiştim; onlar bunu, sevenler günahkardır, gibi anladılar. Benim, mutluluk çayırları, dememi onlar, keder vadileri, olarak anladılar. Ben acı çekmenin insanlık serüvenine çeşni katan tuz olduğunu söylemiştim, onlar benim onları ölümlü ve biraz da kaçık olmanın debdebesine yazgıladığımı sandılar. Her şeyi ters anladılar. Ve buna inandılar.
Şu son zamanlarda uykusuzluk çeker oldum. Üç beş bin yıldan beri uykuya dalmakta zorluk çekiyorum. Oysa uykuyu severim ben, gerçekten severim, çünkü uyuduğum zaman rüya görürüm, Rüyamda sevdalanır, geçici bir aşkın bir anlık alevinde tutuşurum; gezgin bir oyuncu olurum o zaman, derin sularda avlanan bir balıkçı, bir çingene falcı; yasak ağacın yapraklarını bile yalayıp yutar, yıkılana kadar içip dans ederim.
Uyandığımda yalnızımdır. Oynayacak arkadaş bulamam, çünkü melekler beni pek ciddiye alırlar, arzu edecek kimsem de yoktur. Yıldız yıldız dolaşırken bomboş evrende içim sıkılır. Büyük bir yorgunluğa kapılırım, büyük bir kimsesizliğe. Yalnızım ben, sonsuzluğa kadar yapayalnız.
-Kucaklaşmanın Kitabı by Eduardo GALEANO-
“Ne yazık ki Adem çok aptaldı. Ne yazık ki Havva çok sağırdı. Ne yazık ki Ben amacımı onlara anlatmayı bilemedim.
“Adem’le Havva benim elimle yaptığım ilk insanlardı; tasarım, montaj ve rötuş yönünden birtakım defoları olduğunun farkındayım. Söz dinlemeye hazır değildiler, ne de düşünmeye. Ben desen… her neyse, belki ben de konuşmaya hazır değildim henüz. Adem’le Havva’dan önce kimseyle konuşmamıştım ki! Görkemli laflar etmiştim, ‘Işık olsun!’ gibilerinden, ama hep tek başımaydım. Bu yüzden, o gün, akşam serinliğinde Adem’le Havva’yı karşımda gördüğüm zaman pek de güzel ve sıralı konuştuğumu söyleyemem; pratiğim yoktu.
İlk kapıldığım duygu şaşkınlık oldu. Cennetin orta yerindeki yasak ağacın meyvesini henüz çalmışlardı. Adem, kılıcını teslim etmeye hazırlanan bir general tutumu takınmıştı, Havva ise gözlerini yere dikmişti, karıncaları sayarcasına. Ama ikisi de inanılmaz derece genç ve güzeldiler, ışık saçıyorlardı. Beni şaşırttılar. Onları ben yapmıştım, ama çamurun böylesine ışıyabileceğini bilmiyordum.
Daha sonra, ne yalan söyleyeyim, kıskançlığa kapıldım. Nasıl hiç kimse bana buyruk veremezse ben de başkaldırının vekarına ilişkin hiçbir şey bilmem. İki kişi olmayı gerektiren aşkın gözükaralığını da bilemem ben. İktidarımın kurallarına bağlı kaldım ve onları, insansal tutkular konusunda böyle birden bilgeleşmiş oldukları için kutlama isteğimi bastırdım.
Bunu, aramızdaki yanlış anlama izledi. Benim, ‘kaçış,’ dememi onlar, ‘düşüş,’ anladılar. Günahın, özgün olursa cezalandırılması gerektiğini sanmışlardı. Ben, sevemeyenler günahkardır, demiştim; onlar bunu, sevenler günahkardır, gibi anladılar. Benim, mutluluk çayırları, dememi onlar, keder vadileri, olarak anladılar. Ben acı çekmenin insanlık serüvenine çeşni katan tuz olduğunu söylemiştim, onlar benim onları ölümlü ve biraz da kaçık olmanın debdebesine yazgıladığımı sandılar. Her şeyi ters anladılar. Ve buna inandılar.
Şu son zamanlarda uykusuzluk çeker oldum. Üç beş bin yıldan beri uykuya dalmakta zorluk çekiyorum. Oysa uykuyu severim ben, gerçekten severim, çünkü uyuduğum zaman rüya görürüm, Rüyamda sevdalanır, geçici bir aşkın bir anlık alevinde tutuşurum; gezgin bir oyuncu olurum o zaman, derin sularda avlanan bir balıkçı, bir çingene falcı; yasak ağacın yapraklarını bile yalayıp yutar, yıkılana kadar içip dans ederim.
Uyandığımda yalnızımdır. Oynayacak arkadaş bulamam, çünkü melekler beni pek ciddiye alırlar, arzu edecek kimsem de yoktur. Yıldız yıldız dolaşırken bomboş evrende içim sıkılır. Büyük bir yorgunluğa kapılırım, büyük bir kimsesizliğe. Yalnızım ben, sonsuzluğa kadar yapayalnız.
-Kucaklaşmanın Kitabı by Eduardo GALEANO-
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)